5.6.11


Ütopyaya klişeleri;
Bir şey yapmam gerektiğinde  yapmayıp son dakikaya kadar beklerim. Bekledikçe stres basar, sıkılırım. O şeyi yapmadığım gibi başka şeyleri de yapamaz hale gelirim. Bu şekilde günler hatta haftalar geçirdiğim olur. Sonra  hiç durmaksızın çalışırsam yetiştireceğim kadar bir süre kaldığında çalışmaya başlarım. Bu yazının da istisnai durumu yok,   üstelik konusu ütopya ve bir an önce başlamazsam bu "ütopya" yazısını yazmak bir "ütopik fikir" olmak üzere.
“Ütopik fikir” diyerek o çok yapılan hatayı yaptım ben de. Ütopya sözcüğü yapılması mümkün olmayan fikir, proje olarak kullanılabiliyor günlük konuşmalarda, oysa ütopyanın tanımı,  daha iyi bir gelecek için oluşturulan biçimsel ve yaşamsal proje olup, gördüğünüz gibi içinde en ufak olumsuz bir durum barındırmıyor. Hatta bir ütopyacı bu ütopyam acaba herkes için uygun mu sorusunu sorduğunda  ütopya ortadan kalkıyor.
Tam bu noktada durup tam başlamadan bir şey söylemek istiyorum. Hem yazının didaktik olma mehilini sezdim ve buna engel olmam gerekiyor hem de küçük bir itirafım var. Ütopya’ya dair bildiklerim, çok az okuma, “modernite ve ütopya” konulu bir küçük konferans, okuldan hayal meyal hatırladığım ütopik kent planlarından ibaret olup  çok derinleşememiş olsa da, ütopyanın klişelerine dair yeterli bilgiye ulaştıracak sizleri. Bu itiraftan sonra kendimi birkaç kilo vermiş gibi hissettim. Şimdi devam edebilirim.
Klişelerden ilkini söyledim, Ütopyanın sorgulanamazlığı kuralı. Ütopyayı yapan, kendisini evrensel bilgiye sahip olduğunu varsayar ve herkesin mutlu ve verimli olacağı en iyi düzeni oluşturduğunu düşünür. Bir anlamda ütopyacı bir diktatördür. Planladığı düzen yada çevrede yaşamak istemeyen yada farklı bir şey isteyen bir tek kişinin bile olmadığını düşünür “Yaptım olacak” der. Olur mu? Olabilir.
Planlanan bazı ütopyalar gerçekleşmiş olmakla birlikte gelişime kapalı oldukları için küçük kalmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Gerçekleşen ve yok olan bu ütopyaya örnek olarak  19.yy sosyolist ütopyacılarından Robert Owen’in önce İngiltere’de New Lanark , Amerika’da New Harmony  toplulukları ile  oluşturduğu endüstri toplumunun kır toplumuna taşımasını, gösterebiliriz. Kentle ilişkisi tamamen kesilmiş 400-600 hektarlık kırsal alanlar için  500-3000 kişilik nüfus öngörülmüştür.  Ticaretin, alım satımın yasak olduğu, kişilerin yetenekleri doğrultusunda çalışarak barınma, yeme, giyinme gibi ihtiyaçlarını karşıladığı bu komünitelerde tüm evler, tüm kıyafetler, tüm yaşantılar aynıdır ve  ücretin olmadığı bunun yerine karın tamamının çalışanlara dağıtıldığı bir sistem kurulacağı öngörülmüştür. Çok kültürlü, tam eşitlikçi bu  komünite varlığını çok kısa sürdürebilmiş.

New Harmony yerleşimleri, yüksek bir platform üzerinde yer alarak çevre ilişkisi kesilmiştir. Çevre ilişkisinin kesilmesi ütopyanın ikinci klişedir. Ütopyaların kesinlikle dış dünyadan yalıtılmış bir alanda olmaları gerekir. Surlarla çevrelemek, New Harmony de olduğu gibi bir platforma oturtmak yada ütopyayı bir adada oluşturmak bu yüzdendir. Owen’in da örnek aldığı  en ünlü ütopya olan Thomas More’un ütopyası bir adada geçer ve More bize tüm detayıyla dünya üzerinde olmayan bir adanın coğrafi özelliklerini anlatır. Ütopya’nın sözcük karşılığı olan “olmayan yer” durumu ütopyanın üçüncü klişesidir. Var olan bir yer için ütopya üretilemez. Her ne kadar son günlerde İstanbul için geliştirilen “ütopik” projeler olduğuna dair söylentiler duyuyor olsak da gerçekte ütopyalar bahsettiğimiz yalıtılmış ve mevcutta kurulu olmayan alanlar için tasarlanırlar.  
Thomas More’un ütopyası, ütopyanın tüm klişelerini içermesi dışında, ütopya kavramını ortaya koyan ilk eser olması ve Marksizimden 300 küsur yıl önce, mülkiyet, kollektivite gibi kavramlardan bahsetmesi açısından da çok önemli bir yere sahiptir. İki kitaptan oluşur. Moor ilk kitabı ikincisinden sonra yazarak, dönemin İngiltere’sine egemen olan yoksulluk ve sefaleti  anlatma gereği duymuş.  Ütopya’daki refah ve mutluluğu vurgulamış böylece. İkinci kitapta ütopya adasının fiziksel özellikleri ve geçerli kuralları detaylı olarak anlatılır. Kısaca özetleyecek olursak, More’un ütopya adası,  Tek dilin konuşulduğu 54 şehirden oluşur, yemek, eğitim, çalışma gibi toplu faaliyet alanlarının herkese eşit ulaşım sağlanacak şekilde konumlanır. Öğleden önce üç, öğleden sonra üç saat olan çalışma süresi ütopya halkının geçimini sağlamaya yeter. Mülkiyet ortaktır ve konutlar her on yılda bir değiştirilerek sahiplenme duygusunun oluşmaması sağlanır. Yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu söylenebilir,  sınıf yoktur sadece suçlular köle olarak kullanılır buna karşın kölelere kötü davranılmaz. Az bulunduğu için değerli kabul edilen altın, gümüş gibi madenleri değersiz yerlerde kullanarak değer algısı şaşırtılır. Savaş istenen bir şey değildir sadece savunma amaçlı olarak savaşmak durumunda kalındığında savaşılır. 
16. yy  ütopyasından19 ve 20.yy ütopyalarına geçtiğimizde mimarın tasarımsal iktidarına tanık oluruz. Premodern toplumlar, iyi dünya geçmişte derken, modern toplumlar gelecekte demeye başlar ve geleceğin kentlerini oluşturma projelerini başlatırlar. Bu tarih itibariyle modernite ile çelişerek modernite içinde yaşar ütopya. Modernite, fikir birliğinin ortadan kalktığı, insanın özne olduğu bir dünyayı tanımlarken, ütopya insana, bireysel varoluş imkanı tanımaz ve ütopyalarda insan ütopyanın nesnesidir.
20. Yy’da endüstrileşme ve kentleşmeye karşı çıkan en önemli ütopyalar arasında Frank Llyod Wright’in Broadacre Kent, Le Corbusier’in Işınsal Kent (Radiant City ve  Çağdaş Kent (La Ville Contemporaine) projelerini  görürüz.

Wright’da Le Corbusier de kentin toplumsal yapılanma için uygun olmadığını savunmuş yeni bir düzen için doğa içinde yeni yerleşim önerileri geliştirmişlerdir. Wright, insan ölçeğinde yerel öğeler taşıyan, doğaya uyumlu bir tasarım geliştirirken, Le Corbusier doğanın içerisinde çok katlı cam gökdelenler tasarlayarak doğayı teknolojik kente almayı planlamıştır. Yoğun kent yaşamının ancak bu yüksek yapılarda çözümlenebileceğini düşünen Le Corbusier, gökdelenleri için “havadaki cadde” tanımını kendi yapmıştır. Hem Wright hem Le Corbusier kenti makine olarak tanımlamış , toplumsal bir model önermekten çok fonksiyonel ihtiyaçların çözümlenmesine öncelik vermişlerdir.
  
Le Corbusier’in üç milyon kişi için, tüm detayına kadar tasarladığı Çağdaş kent ütopyasının, tasarım ilkeleri dünyada pek  çok yerde uygulanmış ve günümüz kent yapısının oluşumunda model olmuştur.
Bu son cümlede iki şey fark ediyorum  ilki, –dir-dır ekleri ile ansiklopedik bilgiler vermeye başlamışım ki bu yapmak istediğim son şeydi, ikincisi ütopyanın bir klişesini  daha yakalamışım. Bu son klişe ile yazımı bitiriyorum. Ütopyalar belirli sayıda insan için tasarlanırlar bu üç milyonluk kentte üç milyon birinci kişiye yer yoktur.

1 yorum:

  1. Şu cümleleri not alıyorum bir yerlere, hemen "Bir şey yapmam gerektiğinde yapmayıp son dakikaya kadar beklerim. Bekledikçe stres basar, sıkılırım. O şeyi yapmadığım gibi başka şeyleri de yapamaz hale gelirim. Bu şekilde günler hatta haftalar geçirdiğim olur. Sonra hiç durmaksızın çalışırsam yetiştireceğim kadar bir süre kaldığında çalışmaya başlarım. "
    Kendimi bu kadar iyi ifade edemezdim sanırım. Akşama eşime okutmam lazım :)

    YanıtlaSil