26.7.11





Peru’ya gitme fikri nasıl oluştu diye hatırlamaya çalışıyorum. Orada olmayı nasıl böyle şiddetli istedim ki hiç beklemediğim  bir anda Machu Picchu’da inkaların duvarlarına bakarken buluverdim kendimi.  Düşünüyorum ve bulamıyorum. Peru’nun çekiciliği miydi beni böyle sürükler gibi oraya götüren, yoksa ”gitme” fikrinin itici gücü müydü?
Bilemiyorum, bilemeyeceğim. İnkaların sır dolu tarihi gibi sır kalacak bu..



Bazı şeylerin güzelliği bilinmezliğinde sanırım.

Aksanlı ama seri İngilizcesiyle bir saate yakın konuşan tur 

rehberi, her cümlesinin sonunda “tabii bunları tam olarak 

bilemiyoruz, çünkü yazılı hiçbir kayıt yok.” diyerek tamamlıyor cümlelerini.  Böylece gördüğünün ne olduğu tamamen senin hayal gücüne kalıyor.
Ben Machu Picchu’nun kral Manco Inca’nın  inziva evi olduğunu düşünmeyi tercih ediyorum ama yanımdaki, üç fotoğraf makinesi bir orta halli kamerayı taşıyan tam teşekküllü Amerikalı turist, burasının tanrılara adak olarak sunulan seçilmiş bakirelerin hapishanesi olduğuna emin.

“Yolculuk sürekli bir şaşırma hali.” senelerce sanat tarihi, mimarlık tarihi eğitimi alıp inkaların bir antik dönem uygarlığı olmadığını şimdi öğrenmiş olmaktan dolayı hafiften utansam da aklımdan sürekli hesaplar yapıyor ve bu duruma bir bahane bulmaya çalışıyorum.
 
1450 yılında inşa edildiği düşünülüyor. 1532 yılında da İnka imparatorluğunun yok olmasıyla da terk edilmiş. 100 yıldan az bir süre yaşamış ve tam 100 yıl önce Amerikalı araştırmacı Hiram Bingham  tarafından üstü tamamen bitki örtüsü ile kaplı olarak bulunmuş. Yeşilin faydalarına tarihi koruması eklense artık diyorum, içimden.Aklıma Kamboçya’daki  ağaçlarca sarmalanmış Anchor Thom tapınağı geliyor ve emin oluyorum bu fikrimden. Rehber beni duymuş gibi, amazonlar buradan başlıyor diyor ve el değmemiş, değememiş amazonlardan bahsetmeye başlıyor. Tüm korkuma rağmen uçurumun kenarına kadar yaklaşıp Machu Picchu’yu amazonlara bağlayan benim sütten kahvemin rengindeki nehre bakıyorum. Belki de amazon yerlilerinden kaçmak için böyle bulutların üstünde bir kent inşa etmişlerdir diye bir fikir geliyor gruptan. “Olabilir, olabilir, ihtimal dahilinde” diye cevaplıyor rehber. Sevdim bu oyunu diyorum ve yukarılara tırmandıkça artan mide bulantım ve baş dönmemle birlikte inka köprüsünü görmek için yürümeye devam ediyorum.
 
Yol üzerinde kademelendirilmiş setlerde  inkaların tarım alanlarını görüyoruz. Coca yaprağını artık tanıyabiliyorum. Kolanın ve kokainin hammaddesi olan Coca son derece zararsız ve sağlıklı görünüyor gözüme. Kandaki alyuvar sayısını arttırarak havadaki az miktardaki oksijenden efektif faydalanmayı sağlaması dışında yorgunluk hissini azaltıyor, açlık ve susuzluk hissine de müdahale ediyor. Coca’yu  pek seviyor, sabahları çayını, gün içinde de gördüğüm her noktada bir tutam halinde yaprağını çiğneyerek kendimi iyi hissediyorum. Yanımda getirmek gibi adrenalin yüklü bir aktiviteye girişmiyorum tabiî ki. Ülke içinde bile yasal olmadığı yerler varken, havaalanında gördüğüm pek sevimli diyemeyeceğim köpeklerle bu yapraklar nedeniyle samimi olmak istemiyorum. Lapaz’da 4000 metrelerdeyken, coca olmadan nefes alamıyorken, Machu Picchu’da 2350 metre yükseklikte idare edebiliyorum ama yine de hızlı yürümek imkansız.
Aklıma hep gelmeden önce okuduğum bir not geliyor. Bu coğrafyaya uyumlu olmak için burada doğmak yetmiyor, dört kuşak geçirmek gerekiyormuş. Torunlarımın torunlarına bol şans diliyorum ve ben o ünlü güney Amerika düsturunu benimsiyorum.
“Camina lentito, come poquito, yourme solito” (Yavaş yürü, küçük parçalar halinde ye, iyi dinlen)
Sadece ben değil lamalar da uyguluyor bu kuralı. Gördüğüm en yavaş hareket eden hayvanlar olarak aklımda kalacaklar. Machu picchu’ya  uzun uzun ve derin derin bakan lama fotoğrafları çekiyorum rahatça.Peru’yu anlatan tüm kitaplarda neden lama fotoğrafı olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oluyorum

 
Coca dışında ne yemişler diye soruyorum, merakla. Peru mutfağına girersem çıkamayacağımı hissediyorum bunu yazarken de. Bölgenin mısır ve patates çeşitliliği anlata anlata bitirilemiyor. Konuştuğum herkes farklı bir sayı söylediği için tam sayısını bilemiyorum ama yüzlerle ifade ediliyor patates çeşitleri. Bu sorular karnımın acıkmasına işaret ediyor aslında ve geç kaldığımı anlıyorum. Yolculuk sürekli şaşırma hali demiştim. Şimdi bir şey daha ekliyorum. “Yolculuk kendini kaybetme hali.” Dağlara yamaçlara bakarken saatlerin geçtiğini anlayamamışım. Acele etmessem Machu picchu’nun hemen yamacındaki küçük kasaba Aguas Calientes’ten kalkacak Machu Picchu’nun mavi trenini kaçıracağım için koşmaya çalışarak ve tabiî ki koşamayarak, aşağı iniyorum. İnkaların tanrısı güneş de gidince gündüz sıcak olan havanın birden bire soğuması beni şaşırtıyor. İnkaların güneşi neden böylesine sevdikleri anlam kazanıyor bir anda, her fırsatta  renkli yünlerden kazak, şapka, çorap örmeleri de dünyanın en faydalı işi gibi geliyor.

Ben dönüyorum ama yazı kullanmayarak, 15. yy da herhangi bir keski, alet kullanmadan taşla, taşı yontarak yaptıkları kentlerinde mistik bir hayat yaşayıp  günün birinde sır olmuş inka medeniyetinin sırları, düğümler atarak tarih düştükleri Quipularda, çözülmeyi bekliyor.





2 yorum:

  1. Ne kadar güzel bir yazı olmuş, sanki gittim oraya :) Blogunuzda gezmeye doyamadım, başarılarınızın devamını dilerim. Kahve Dükkanı'ndan sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. tesekkur ederim cok.. ben de kahve dukkanına ugradım dun.. kahve kokusundan mutlu olan insanlardan biriyim ben de.. hatta cok yakinda kahve ile ilgili bir yazi-cizi yayinlayacagim..

    YanıtlaSil