12.8.12

her şey böyle başlamıştı..


İşi gücü bırakıp ne zaman biteceğini bilmediğim bir seyahate çıkmıştım. "Biraz uzaklaşayım da ne yapacağıma o zaman karar veririm"  fikri çok parlak bir fikir gibi gelmişti O sırada:).  Yanıma defterler almıştım hem gördüklerimi yazacaktım hem de yıllardır çizmemiştim, elim biraz acilsa fena olmazdı. Son 4 yıl  hesap yapmak icin ya da birine hızla bir şey anlatma icin kalemi kagıdı elime almıstım.. Hep acelem vardı o vakitler.  Hep birşeyleri yetiştirmeye çalışırdım. Çizemezdim. Okuyamazdım. Hatta hatta seyredemezdim bile.. muhtesem dikkat dağınıklığım ve ben oyle telas icinde yaşayıp giderdik.

neyse iste defterler ve kalem vardı yanımda ..ve hic bir sey icin de acelem yoktu. yetisecegim bir toplantı, sunus yoktu... surekli calan ve beni yerimden hoplatan telefon sesleri yoktu. sadece kalem ve kagıt vardı.. ben de yazmaya cizmeye basladim.
sonra ne mi oldu? 
hahaha hic bir sey tabiki.. ben yazmaya ve cizmeye devam ettim.. aklıma ne yapacagıma dair en ufak bir fikir gelmedi :).. yanıma aldıgım defterler bitti yenilerini aldım   sonra yenileri bitti. daha yenilerini aldım.



  

seinfeldian  :)


ozgur kadin heykeli.. digereli gorulmuyor ama megersem kanunlar kitabi varmis diger elde.. diyorum  hep ben bir seyi cizince görmeye basliyorum diye.. yoksa bos bos bakiyorum cogu zaman demek ki..

bir posetin uzerinde vardı bu teknik..yoksa bu bina ciz ciz bitmez...

neden bilmem biraz boyle vahsice seyler cizmeye basladim bir ara.. sanirm donersem beni  yiyecek bir takim canavarlar oldugunu dusundum.. 






arzuyla beyhan da cok hayalperestti canim..dolmusa biner gibi balona binerlerdi..

ben kuzey guney amerikada gezerken arzu da afrikadaydi.. yalnız gezdigim hissini azaltıyordu es zamanlı olarak gezmemiz  galiba..

bu portreler bolivya  da ortaya cıktı. binalardan insanlara.. daha cok cocuklara bakmaya basladim. 



10.8.12

huylu huyundan vazgecmez.

ayıptır söylemesi tuvalet uzmanıyımdır  bu nedenle ilk bu fotoyu koydum..


Bas bas dokunmam ben bi daha autocad e..diye  bagrinsam da yine bir Dekaaarasyon! isine bulastim. En azından cocuklarla ilgili diyorum, kendime  çok kızmamak için..Tam bir ay sonra bicir bicir cocuklar su cizdigim seylere bakıyor olacaklar. Bakalım tepkileri ne olacak.. Bu arada yarım yamalak inşai halleri bunlar. Her zamanki gibi yumurta kapıya dayanır ya su islerde.. Hic ama hic birsey degismemis ben bırakalı :) 
Bitince begenmeyecegim icin  (en pis huyumdur) simdi paylasayim dedim...


bir garip balina bu. bazen çizdiğim illüstrasyonlara da acıdığım oluyor. Bu balinacıga da icim sızlıyor. Mıknatıslı bir plaka yerleşebilsin diye gözü ağızına girdi neredeyse.. Bu Haliyle gülmeye çalışıyor üstüne.. 

büyüyünce lokomotif  olacak

illüstrasyonlarım hala iki boyut ama artık bir ağırlıkları var. su sevimli sey umarım sıkı sıkı sabitlenebilir duvara.  bak simdi kaygilandim bunu yazarken.. uff. guvenlik icin sıkı gozden gecirmek lazim her bir seyi..



her halinden belli, "ben atölyede bir dolabım" demeye çalışıyor bu dolap.. Ama yemezler.. Burası benim atölyem değil.

buraya ne yazmıstım unuttum.. kayıp gibi birsey okuyorum simdi ama durup dururken niye kayıp yazayım ki

bir çeşit bulaşıkhane burası.. şu alternatif egitim modellerinde çocuklar her türlü kiri pisi topluyor temizliyor  ya.. bu aktiviteden yaratıcı birşeyler çıkarmı bilmiyorum ama en azından suyla oynamış olurlar.. 
elimi korkak alistirmamisim..



7.8.12

benim atölye çalışmalarından



...................
Elimizle görebilseydik nasıl resimler çizerdik?

Kulaklarımız ya da, sadece kulaklarımızla duyduklarını çizseydik, neler çıkardı ortaya?
Bir tasarım etkinliğinde çoğu üniversite mezunu ve yine çoğu tasarım eğitimi almış bir grup örenciye,  bu soruları sorduk Aylin'le birlikte.
Aylin'nin karnı burnundaydı, benim onun kadar büyük bir karnım yoktu ama kocaman bir çantam vardı ve bir sihirbaz gibi sonu gelmez  renkli bez parçaları çıkarıyordum çantamdan.   Atölyemizin adı kadar absürdtük.

İlk egzersiz için plan şöyleydi,  ikili gruplar oluşturup , her grupta bir kişinin gözleri  benim çantamdan çıkan o renkli  bezlerle bağlanacaktı,  gözü bağlı olan kişi tek elini göz gibi kullanacaktı ve dokunarak algıladığını diğer eli ile  kağıda aktaracaktı.
Tek el karşısındakinin yüzünde, tek el kağıtta. Basit gibi görünüyor böyle diyince değil mi? Ama öyle olmadı.  Öğrenciler birbirlerine dokunmaktan çekindiler ilk başta. Yanlış yapma kaygısı tıpkı gözleri gibi ellerini de bağladı sanki, durakladılar. Çizmeye başladıklarında ise elleriyle algıladıklarını değil de akıllarında kalanları çizmeye çalıştı bazıları. Bir süre sonra  çizen elin dokunan eli takip ettiği çalışmalar gelmeye başladı ama kaygı kaybolmadı.

Bu atölye çalışmasından bir kaç ay sonra aynı atölyeyi okul öncesi  çocuklar ile denemek istedim. Altı yaşında on beş çocukla bahçede çimenlere yayıldık,  kocaman kağıtlar ve benim renkli bez parçalarım tekrar çıktı ortaya. Gözler bağlandı, önce biraz gülüşmeler oldu, ama sonra tam bir ciddiyetle elleriyle görmeye çalıştı çocuklar. Gördüklerim şaşırtıcıydı. Öncelikle, karşısındakine dokunmakta en ufak bir tereddüt yaşamadı minik eller. Kaygı?  Yanlış çizersem kaygısı da yoktu. Bunun yerine denemeler, el karşısındakinin yüzünden ve kağıttan ayrılınca  duraksamadan başka bir noktadan devam etmeler ve hissettiklerini sadece çizmek değil, sembolize etmek vardı. İki çocuğun karşısındaki çocukların çenelerine dokunduklarında sivriliği anlatmak için üçgen çizmelerini ve içini karalamalarını şaşkınlıkla izledim.

İlk egzersizde tahmin etmediğim sonuçlar alınca biraz daha fazla soyutlama içeren ikinci egzersizi de denedik o gün. Kulaklarımızla görseydik? sorusunu nasıl anlatacağım diye kıvranırken, çimenler ve o sırada gıcırdayan bir kapı  yetişti imdadıma. Çimenleri hışırdatarak, çimenlerin sesini nasıl çizeriz ama çimen çizmeden  ya da bir kapı gıcırtısını   kapıyı çizmeden nasıl anlatırız? şeklinde sordum soruyu. Yine aynı şey oldu, en ufak bir tereddüt yaşamadan, büyük bir sessizlik içinde küçük eller çalışmaya başladı.

Uzaktaki otobanının hep aynı tondaki uğultusunu düz kalın bir çizgiyle anlattılar. Bir telefon çaldı, heyecanlandı ses avcıları, telefonun melodisi düzensiz zikzaklar şeklinde kağıtlara geçti. Tabi ki  cep telefonu çizen çocuklar da oldu o esnada ama genel olarak çevredeki sesleri ve ritimleri yakalamada ve her bir farklı sesi farklı şekilde aktarma da altı yaşındaki bu çocuklar üniversiteli ağabeylerinden ve ablalarından hiç geri kalmadılar. Hatta geçtiler onları.

Her bir çocuğun yaptığı çalışmayı sunuşu, her bir çizgisinin hangi ses olduğunu büyük bir ciddiyetle anlatması ile sonlandı atölye. Bir çocuğun küçük zikzaklar şeklinde keçeli kalemin kağıt üzerindeki sesini dahi yakalamasını, en ufak bir sesi atlamamalarını izlerken yaratıcılık, algılar, ön yargılar üzerine düşünüyor ben de önyargılarımın kırılmasının sesini çizmek istiyordum.
Bu çalışmayı yaptıktan sonra notlarıma şunları yazmışım: "Yaratıcılık özgürlükte, özgürlük çocuklarda"

O günün şaşkınlığını üzerimden attıktan sonra bu duyu şaşırtma atölyelerini farklı farklı çocuklarla türlü kereler deneyip tamamen aynı olmasa da benzer sonuçlar aldım. Onlar sesleri ya da dokunduklarını kaydederken ben de gördüklerimi kaydettim.

Çocukların özgür, sınırsız, kurallarla şekillenmemiş dünyasında  neler var?   Biz yetişkinlerin algılayamadığı başka neleri algılıyor bu minik insanlar? soruları üzerinde çalışmalar araştırmalar yapılıyor son yıllarda, ya da bu konuda yapılmış araştırmalar önem kazanıyor. Çocukları, doldurulacak boş sayfalar olarak görmek belki de yapılan büyük bir hataydı deniliyor.

 Evet bir yerde hata yaptık ve yaratıcılık öldü. Hep aynı sesleri duyup, güneşi hep sarı, bulutları hep mavi görmeye başladı çocuklar, oysa  biz onlara "bunlar böyledir" demeden önce güneşin sesini bile duyabiliyorlardı.

2.8.12

gittim dönücem

her gün leylek görürüm umuduyla  havalara bakıyorum. henuz görmedim ama kisa bir süreligine yakın uzak bir yere gidiyorum belki orada karsilasirim leyleklerle..